İsrail'in İran Saldırısı ve Orta Doğu'ya Verdiği Zarar 

Yazan: Savaş Şahin

Ortadoğu coğrafyası bir kez daha ateşle sınanıyor. Bu kez yangının merkezinde, zaten yıllardır barut fıçısı haline gelen iki kutup var: İşgalci İsrail ve İran. Son dönemde İsrail'in gerçekleştirdiği doğrudan veya dolaylı saldırılar, sadece İran’ı değil, tüm bölgeyi yeni bir felaketin eşiğine getirmiş durumda.

İsrail’in İran’a yönelik saldırıları; nükleer tesisleri hedef alma, siber sabotajlar, Suriye üzerinden vekil gruplara düzenlenen hava harekâtları ve hatta suikastlar gibi pek çok cephede şekilleniyor. Bu saldırılar, sadece askeri hedeflerle sınırlı kalmıyor. Her saldırının ardından geriye yıkılmış şehirler, hayatını kaybetmiş siviller ve daha da büyüyen bir nefret mirası kalıyor.

Sözde “önleyici savunma” adına yapılan bu eylemler, aslında bölgede barışı imkânsız kılan bir stratejinin parçası. İsrail, güvenlik bahanesiyle, bölge ülkelerinin egemenlik haklarını yok saymakta ve İran ile doğrudan bir çatışmanın zeminini sürekli olarak hazırlamaktadır. Bu durumun bedelini ise sadece İran halkı değil, Lübnan’dan Suriye’ye, Yemen’den Gazze’ye kadar tüm mazlum coğrafyalar ödüyor.

Her füze, beraberinde bir çocuğun geleceğini yok ediyor. Her hava saldırısı, bir annenin yüreğine düşen ateş demek. İsrail’in savaş politikaları, yalnızca fiziksel değil; sosyolojik, ekonomik ve hatta kültürel bir yıkım yaratıyor. İran’ın nükleer faaliyetlerini gerekçe göstererek yapılan bu saldırılar, aslında İsrail’in yıllardır süregelen bölgesel tahakküm arzusunun yeni bir perdesi.

Bu noktada uluslararası toplumun sessizliği, adeta suça ortaklık anlamına geliyor. Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşların bu saldırılara karşı cılız tepkileri, İsrail’e adeta bir “devam et” mesajı veriyor. Oysa barış, adaletle mümkündür. Adaletin olmadığı yerde ne huzur olur ne de güvenlik.

Bugün İsrail’in İran’a yönelik saldırıları karşısında sessiz kalmak, yarın başka bir ülkenin aynı kaderi yaşamasına zemin hazırlamak demektir. Ortadoğu, artık sabrın sınırlarında yaşamaktadır. Ve bu sabrın taşması, hepimiz için geri dönülemez sonuçlar doğurabilir.

Kalıcı barış, güç gösterisiyle değil; diyalog, karşılıklı saygı ve uluslararası hukuk zemininde mümkündür. İsrail’in saldırgan politikaları, sadece İran’ı değil, tüm insanlığı tehdit etmektedir. Artık bu gerçeği görmezden gelmek vicdanların da tarih önünde sorgulanmasına neden olacaktır.

Ve biz, vicdanın olanlar; bu yangının bir kıyamete dönüşmeden önce durdurulması için sesimizi yükseltmeliyiz.